Bangkok Gezi Yazısı - 1
21 Nisan 2001 tarihinde İzmir’de eşim Şule ile evlendik ve 23 Nisan 2001’de İzmir-İstanbul-Bahreyn-Bangkok hattındaki yolculuğumuz ile Tayland’da geçirmeye karar verdiğimiz balayımız başladı. İstanbul-Bahreyn yolculuğu yaklaşık 4 saat, Bahreyn-Bangkok yolculuğu da yaklaşık 7 saat sürdü.
...Bangkok havalimanına indik. Bangkok'a vardığımızda ilk dikkatimizi çeken insanların çok ağır hareket etmeleriydi. Tabii ağır çekimde çalışmıyorlar, ama sanırım büyük çoğunluğu Türkiye'de işsiz kalacak kadar ağır çalışıyorlardı. Pasaport işlemleri bitti, rehberimiz bizi aldı ve havaalanından çıktık. İşte o anda ilk “Şok” !!! Acayip bir koku... Aşırı nem… Biz ki; eskiden yılların İzmir Körfezi kokusunu ciğerlerimize çekmeye alışık insanlar. Kokuya alışmaya çalışana kadar minibüse bindik ve otelimize ulaştık. Bangkok'taki otel sanırım 30-35 kat kadardı ve oldukça konforluydu. Biraz dinlendikten sonra rehberimiz bizi aldı ve rehberimizden ilk kazığımızı yedik... Şehir turu ve Bangkok Kanal turu yaptık. (Gerçekten güzel yerlerdi, ancak rehberimiz normal turların en az 3-5 misli para aldı) Şehir içinden geçen büyük bir kanalları var. Bu kanalların dikine de birçok bağlantı kanalları mevcut. Teknemiz, büyük kanaldan aralara falan daldı ve çok güzel yerler gördük. Sonrasında bir yılan çiftliğinde yılan şovu seyrettik. Bu arada bir yılanı da boynumuza alarak fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik. Şehrin bence en ilginç yanı zengin / fakir halkın aşırı iç içe yaşamalarıydı. Gökdelenlerin hemen yanında bir sürü gecekondu tipi ev mevcut.
Gelelim yemek olayına. Buradan giderken yanımızda birçok konserve çeşidi de almıştık. Ancak ilerleyen saatlerde bunlara hiç gerek olmadığını anladık. Tayland yemekleri bizim için gerçekten de yenebilecek, hatta koklanabilecek gibi değildi. İnsanlar evde hiç yemek yapmıyorlarmış; sokak mutfakları var. Herkes sokaklardaki yemekçilerden yemek alıyor ve yiyor. Fiyatı çok çok ucuz, ama çok kötü bir yağ kokusu var; bu sebeple denemeye dahi cesaret edemedik. Sanırım soya yağı kullanıyorlar ve bu da hiç alışık olmadığımız için bize çok kötü geldi. Biz yemeklerimizi İtalyan restoranları ve fast food'cularda (Mc Donalds, KFC gibi) yerlerde yedik. Ayrıca deniz ürünleri restoranında da yediğimiz yemek gerçekten çok güzeldi. Bu arada bol bol da meyve yedik. Aklıma gelmişken bu arada sıcaklığı da vereyim: 30-35 derece arası değişen sıcaklık vardı. Aşırı bir nem de sürekli vücudumuzun yapış yapış olmasına yol açıyordu. Ama sürekli güneş olmadığı için de aşırı bir rahatsızlık duyulmuyordu.
İkinci gün (Çarşamba), tur kapsamında şehir ve tapınak turuna çıktık. Burada tapınaklarını gezdik önce. Tüm ülkede yaklaşık 300,000-400,000 adet tapınakları varmış. Şehrin her yerine heybetli tapınaklar yapmışlar. Evleri çok kötü, ama tapınakları müthişti. İnsanların hayatında 2 şey vardı: 1-Buda 2-Kral. (Araya bir parantez açarak sevdiğim bir Temel fıkrasını girmek istiyorum. Temel Bangkok’ta tapınakları gezerken başına bir Buda heykeli düşmüş. “Başıma bu da mı gelecekti” demiş) Kral onlar için yarı tanrıyı ifade ediyormuş. Tapınaklarını ve altın buda heykellerini gördükten sonra masaj salonuna gittik. Burası da ilginç bir yerdi. Camekan arkasındaki kızlardan birini seçiyorsunuz ve o da gelip size masaj yapıyor. (Normal ve sadece bilimsel masaj) Ben açıkçası daha önceden masaj salonları hakkında daha değişik şeyler duyduğum için çekindim. Ancak daha sonra buranın "gerçekten normal" bir salon olduğunu duyunca biz de beraber ayni odada masaj yaptırmaya karar verdik. Gelen kızlar 2 saat boyunca yorulmak nedir bilmeden tüm vücudumuza masaj yaptılar.
Ayni aksam Pat-Pong adi verilen gece pazarına gittik. çok büyük bir pazaryeri. En önemli özelliği çılgın (gerçekten de çılgın) pazarlıkların olması ve istediğiniz tüm taklit ürünlerin bulunabilmesiydi. Adamlar taklitçiliği o kadar abartıyorlar ki, Rolex gibi saatleri katalogdan seçiyorsunuz ve hemen getiriyorlar. Pazarlıklar da tam çingene pazarlığı seklinde geçiyor. Örneğin ben 4850 Baht (1 Dolar = 45 Baht) istedikleri bir saati 600 Baht'a aldım. Burada deli gibi pazarlıklar yaptıktan sonra birçok şey aldık. Ama sonucunda sanırım hep de kazıklandık…
Artik rehberimizin üçkağıtçı ve aldığı parayı hak etmeyen bir kişi olduğunu anlamıştık. Tamam çok para alsın, ama bari aldığı paranın karşılığı olan hizmeti versin. Her gittiğimiz yerde sürekli bir telaş/acele içinde bizi başından savar bir hali vardı. Bu sebeple ertesi gün kendimiz bir tur ayarlamaya karar verdik. Otel lobisindeki kısa bir incelemeden sonra kapsamlı (çoğu Bangkok aktivitesini) kapsayan bir özel tur ayarladık. Bu tur sadece bize özel oldu. Yani bütün gün bir minibüs bir rehber ve bir şoför bizimle olacaktı.
Perşembe günü gerçekten de mükemmel geçti. Taylandlı yerel rehberimiz mükemmel biriydi. Gittiğimiz yerlerde tüm aktiviteler hakkında bilgi veriyor, sürekli bize yardım ediyor ve kaybolmamamız için de bizi kesinlikle rahatsız etmeden takip ediyordu. Sabah önce “Floating Market” adi verilen yüzen çarşıya gittik. Burada kiraladığınız bir sala biniyorsunuz ve kanallarda dolaşıyorsunuz. Satıcılar da ayni yöntemle kanallarda dolaşıyorlar ve alışveriş yapıyorsunuz. Yüzen çarşı öncesi de bir hindistan cevizi çiftliğine gittik. Soğutulmuş hindistan cevizi içinden suyunu içmek gerçekten herkesin tatması gereken bir lezzet. Yüzen çarşı sonrası gittiğimiz fil ve timsah çiftliğinde fillerin futbol oynamasını ve insanların timsahlarla yaptıkları şovu seyrettik. Ama gittiğimiz belki de en çarpıcı yer “Rose Garden” adini verdikleri yemyeşil bahçelerin ve çiçeklerin olduğu kocaman bir parktı. Burada önce geleneksel dans, thai boksu ve gösterileri izledik ve sonrasında da ağzımız açık bir şekilde etrafı gezdik. Merkeze döndükten sonra da, gece Bangkok şehir merkezinde gezdik.
Cumartesi günü sürat motoru ile Koh Lan adası turuna katıldık. Berrak sularda yüzdük ve güneşlendik. Adada gel-git o kadar belli oluyordu ki, gittiğimiz ile döndüğümüz zaman arasında sular en az 50 metre çekilmişti. Pazar günü de dönüş yolculuğumuz başladı.
Dönüşte bir gece de Bahreyn'de geçirdik. Araplar gerçekten tek kelime ile "abartılı". Kaldığımız otel sadece 4 katlı olmasına rağmen, odamız aşırı lükstü. Otele ilk girerken “Burası galiba çok dandik…” şeklinde yaptığım yorumun ne kadar büyük bir ön yargı olduğunu zaten daha odaya girmeden koridorlarda anlamıştım. Kaldığımız yere oda denemez aslında. Kapıdan girince en az evimizin salonu kadar büyük bir salon vardı. Burada koltuk takımı çalışma masası da mevcuttu. Rahatlıkla kalabalık bir Kanka grubuna parti verilebilecek bir mekandı. Sonrasında da yatak odasına geçiliyordu ki burası da en azından 20 metrekareydi. Ertesi sabah kahvaltıda kavuştuğumuz peynirler ise midemize bayram yaptırmıştı.
Umarım bir gün yolumuz tekrar Tayland’a düşer…
...demiştim ve 10 sene sonra yolumuz tekrar Tayland'a düştü.
Bangkok Gezi Yazısı - 2; daha sonra eklenecektir.